31 Ekim 2010 Pazar

izmir'in sokakları, kedi ve köpek krallığında..

Bugünlerde kendimi pek bir hayvan dostu gördüm. Son birkaç gündür de ne zaman habere gitsem, rastlıyorum bu sevimli keratalara! Hele şimdi "Sevgi Yolu", restore ediliyor. Deyimde buraya tam oturacak; bu amaçla her yeri yerle bir ettiler.. Tabi bu durumdan en çok sokak kedileri ve köpekleri mutlu ve mesut. Nerede yıkıntı hop yerleşiyorlar. Ama bu çektiklerim başka yerden.
Bu pisiler, bir mağazanın önüne çöreklenmişler. Soğuktan tabi nasılda birbirlerine sokulmuşlar! Bu arada mağaza sahibi de onlara çocuğu gibi bakıyor... Şanslılar.
Ardı sıra dizilip, dizilipde uyuyan sokak köpeklerimiz de Alsancak caddelerinin sahipleri. Habere giderken gördüm, çekmeden duramadım...
Annem hep "Hayvan seveceksen sokaktakileri sev. Onlar en güzelleri çünkü. Hem özgür kendine ait hem de sadık sana ait" der.
Sokaklar onların, onlarda sokakların efendileri. Hem sakin, hem dost, hem muhtaç ama gururlu. Eğer yakın olursan sana da sadık. Ama her zaman çekip gitmeye de hazır... Daha ne olsun!
Yerim ben sizi, yerim!

29 Ekim 2010 Cuma

ne gündü ama!

İnsan yataktan kötü kalkınca günü de kötü geçiyormuş,bunu anladım.Dün feci bir gündü benim için. Her şey mi ters gider? Valla aynen öyle oldu! İlk önce kara bulutlar beyaz bulutlara öyle bir rövaşata attı ki gökyüzünde, sonunda bitmek bilmeyen yağmur bombardımanı kaçınılmaz oldu tabi! Ama yağmuru hiç sevmem ki ben...
Derken, işte iki kez sinir krizine girdim. Önüme gelen herkese terslendim, bu arada yaptığım küçük bir telefon konuşmasıyla hayallerim suya düşdü. Ve o an yıkıldığım an oldu. Bir ara odam dar geldi sanki bana, sonra yağmur sebebiyle trafik çözülmez bir denklem gibi oldu. Sakarlığın en üst düzeyindeydim. Kendimi Herkül sanıp, bir sürü eşya taşımanın sonucu olarak birkaç adım attıktan sonra her şeyi düşürdüm. Ne kadar haddini bilmez biriyim ya! Kan ter içinde otobüse bindim bu kez de otobüs önündeki arabaya çarptı. Ve ben o anda içimden; "Tanrım, bugün benimle ne alıp veremediğin var?" dedim.
Felaketler silsilesinin ardından bugün daha iyi....

22 Ekim 2010 Cuma

kafa dağıtmaya birebir

Eğer ağdalı anlatımı olan kitaplara bir mola vermek istiyorsanız, size kesinlikle Sophie Kinsella'nın 'Sır Tutabilir misiniz?' isimli kitabını öneririm. Eğlenceli, keyifli, şeker tadında bir kitap. Hani şu  "Sex and The City", serilerini  anımsatan ama benzemeyen türden. Bir yandan eğlendiriyor evet ama bir yandan da iş hayatının çatışmalarını anlatıyor en güzel dille. bence okumalısınız. Hayatı keyifli kılıyor çünkü.
"Hiç kimseyle paylaşmayacağım sırlar... Tanga popomu ısırıyor. CV'mdeki matematik notum gerçeği yansıtmıyor,
NATO'nun açılımını bilmiyorum. Hatta ne işe yaradığını da", diyebilecek kadar da cesaretli.
Herkesin bir sırrı vardır, öyle değil mi ;)
Not: Bu arada ben ilk baskılarını okumuştum. Geçenlerde kitapçıda dolaşırken denk geldim. Kapağı yenilenmiş...

Çok ironiğiz

Şimdi, hiç bir kadın kimseyi hatta kendini bile kandırmasın. Kadınlar hiçbir zaman içlerindeki o kadınsal dürtüleri bir kenara koyup yaşayamazlar! Alımlı bir makaj, son moda ayakkabı, her renkten ve de çeşitten çanta, kenarı fırfırlı süslü iç çamaşırları, vitrindeki sezon kıyafetleri, vs.. hepsi ve daha fazlası bizim hayatımızın bir parçasıdır. Üzüldük mü , ya kuafördeyizdir ya da alışverişte. Hiç öyle 'benim için geçerli değil bunlar' demeyin. Çünkü genlerimizde var. En devrimcimiz bile, aklından geçirmiştir bunları. İtiraf ediyorum bende böyleyim. Kapital dünyaya lanet okurum ama depresyondayken ya kuafördeyim ya da önce vitrin camlarını seyreder sonrada mağaza içine dalarım. Şikayetçi miyim? Hayır. Ne çeşit bir ironi...
Hepimiz fazla kilolalarımızdan dertliyizdir. 'Pazartesiler' sanki bizim için yaratılmıştır ama kaşık kaşık çikolata keyfini hiçbir şeye değişmeyiz. Hep 'bu sefer düzgün bir adama aşık olacağım' deriz ama her zaman yeni bir sevgili bir öncekinden beter olur. Yani hiçbir zaman ders almayız hatalarımızdan. Eee., ne de olsa dik kafalının en iyi örnekleriyiz. Çok ironik karakterleriz biz. Bence erkekler çok şanslı....

Kahramanım!

" Sooner or later God'll cut you down" ,
" Because you're mine, I walk the line".
gibi sözleri yazan, "hurt" isminde dehşet bir şarkısında "what have ı become my sweetest friend, everyone ı know goes away in the end
you could have it all my empire or dirt" diyerek hayata güzel bir kapanış yapan, hapishanelerde konserler veren, öfkeli ama yorgun, can acıtan ama nihilist, suçlu ama zehir gibi sese sahip olan işte benim kahramanım:
Johnny Cash!

21 Ekim 2010 Perşembe

Sandık içi yazılarım - eskilerden bir demet.

Geçenlerde eski sayfalarımı, defterlerimi karıştırırken özene bezene yazdığım bu yazıyı buldum.
Bu arada o günü  gayet iyi hatırlıyorum. Kanka'nın Bornova'daki evindeydik. Onlar sınav telaşından yusuf yusuf olmuş halde ders çalışırken bende öyle dergilere bakıp zaman geçiriyordum. Sonra bir ilham geldi yanaştı yamacıma, aldım elime kağıt, kalemi ve yazdım bu yazıyı.
Şöyle buyrun o zaman;

"Eskiden kınalı ellerimiz vardı, kenarları gül oyalı örtülerimiz.
Mardinli kadınların taze kokusu, çocukların buğulu gözleri vardı.
Temiz, saf ve doğal yemeklerimiz, hormon dışı bakliyatlarımız vardı.
Şimdi ise bir takım kimyasal boyalarla bezenmiş yüzlerimiz, allı pullu süslü giysilerimiz,
hatta şıpıdık terliklerimiz, yüksek ökçeli ayakkabılarımız var.
Her gün değişen yapılı saçlarımızla, radyasyonlu ve de anti hijyenik ortamların ağında kapalı kaldık.
Üstüne bir de kapital dünyanın ipine bağlı kuklalar olduk.
Doğu-Batı sentezi, Avrupa Birliği özentisi düşüncelerimiz.
"Dünyayı nasıl kurtarırım", hadisesinden "kendimi nasıl kurtarırım" feryatlarına geçişlerdeyiz.
Şimdilerde gelinli kaynanalı programlarımız var. Beyaz atlı prensiniz bekleyen prenseslerimiz!
İnsanlarımızı star yapan, yıldız programcılarımız var. Popüler motivasyonlu hiyerarşi içinde, komünizm, sosyalizm, kapitalizm derken anarşizme ulaştık. O da olmadı nihilizme takıldık.
Fakat bu çıkar dünyası içinde en sonunda ben-izm'le tanıştık.
Derken gittik denizin en dibine kumdan kaleler ördük.
Yazık ki çuvalladık...
Bir tsunami devletinin dalgasıyla tüm kaleleri yıktık.
Şimdi ayakta alkışlanmayı bekliyoruz, millet olarak!"

07.06.2005

15 Ekim 2010 Cuma

BUGÜN GÖZÜME TAKILANLAR:

Öğle yemeği sonrası kahve keyfi yaparken, aksilik odur ki oturduğumuz yer bir lise binasının yakınındaydı..  Çığırtkan lise öğretmeni almış eline mikrofonu, o en güzel sesiyle! öğrencileri hizaya sokmaya çalışıyor. Disipline girmeyi red eden haylaz öğrenciler (yürü be oğlum) ise bir o yana bir bu yana tepişiyor, konuşuyor,… Ve lakin bu arada çığırtkan öğretmenimiz aynan şu cümleyi sarf ediyor: “Kızıııımmmm, ağzındaki o sakızı çıkar yoksa ben gelip saçına yapıştırırım.” Şu lise öğretmenleri gerçekten çok yaratıcı.. Hayal dünyaları çok geniş!

14 Ekim 2010 Perşembe

hoşgeldim diyerek şerefe ;)

Takvim 14 Ekim 2010'u gösterirken bende en nihayetinde bir blog sahibi olmuş bulunuyorum.
Hayırlı, uğurlu olsun. Artık modaya mı uydum, yoksa gerçekten de benim de anlatacaklarım mı var? İnanın bilmiyorum.. Açtım bi şekilde, bu sayfayı... İlerleyen zaman içerisinde neler yapacağımı göreceğiz hep birlikte...
Ablam, yıllardır bana "Kızım gel, sana bi blog açalım" der dururdu. Bense "Aman, yaparız bi ara" diyerek geçiştirirdim. "İş arasında bi de blogla mı uğraşıcam, kızım benim öyle bir zamanım yok ki, boşver gitsin" gibi sözler ile kaçardım. Amma ,kaç kaç kaç ,nereye kadar değil mi? Tembelliğinde bir sınırı var.
Veeee, beklenen oldu!Flaş, flaş flaş.. Bir anda gece 01.00 civarında bana bir gaz geldi ve bu blogu açmaya karar verdim. Eh, klasik ben halleri....
Hep bugüne kadar birileri durmadan bir şeyler söyler, ben kulakları tıkarım ama tilki misali ,sonra döner söyleneni yaparım... Şu anda olduğu gibi.
Tekrar konuya dönersek, gece başladım blog sayfasını oluşturmaya ama yine klasik ben durumları bir türlü yakamı bırakmıyor ve teknoloji benim tarafımda olmayı bir kez daha red ediyor. Bu seferde sayfayı görüntüleyemiyorum. Bu nokta da tabi hoop "Abla bir el at şuna dedim." Ablam saolsun "Tamam" dedi ama bu seferde onun bilgisayarı yavaşladı. Ve benim bu isteğim ertesi güne kaldı. Eh bu kadar bekledik bir gün daha bekleriz dedim ve işte şimdi burdayım.
Dürüst olmak gerekirse, burada neler paylaşacağımı, neler yapacağımı bilmiyorum... Bu işte çok toyum bilginiz olsun. Diyeceksiniz,"Kızım o zaman ne işin var burada? Boşa haracama zamanımızı ya, git başımızda..." falan filan... Ama bazen insan yaptıklarının yetersiz olduğunu düşünür ya, hani bir şeyler yapmalıyım der ya.. İşte ben tam o moddayım. O yüzden hiç kusura bakmayın, sizi biraz oyalayacağım...
Aman insan annesinin karnından blogger olarak doğmuyor ya! Bunu da öğreniriz elbet diyerek, herkese şimdilik esenlikler diliyorum....
Saygılar, sevgiler...