25 Şubat 2015 Çarşamba

Meğer ne kadar çok acımız varmış

Meğer ne çok acımız varmış bizim. Ne çok aşk isyanımız. Herkes bir aşk derdinde. Sevip de sevilemeyen. Sevip de söyleyemeyenler. Sevip de sevmiyormuş gibi yapanlar. Sevip de terk edilenler.
Meğer ne çok yaşanmışlığımız varmış bizim.
Meğer ne çok güvensizliğimiz bir de bu yaşanmışlıkların yanında.
Aşk, yüzyıllar boyunca şiire, edebiyata, yazıya, romana, oyuna konu olan ne gizli bir özneymiş. İyi ki de öyleymiş. Aşk'ın ne kadar sihirli bir büyü olduğunu göstermiş bize.
Yıl 2000'ler, ihtirastan ve tutkudan sınıfta kalmış bir dünya. 'Merhaba...'

HAYAL KIRIKLIKLARI

Sevildiğin ve sevdiğin halde kavuşamamak. Kavuştuğunda umarsızca davranmak ne kadar da mekanik bir hal almış, şimdilerde. Çabuk tüketilen duygular silsilesi en nihayetinde. Bugün varsın yarın yoksun zihniyeti. 'Seni seviyorum' derken bir sonraki gün, 'Sen de kimsin' demeler...
Sadece iki sözcük arasında yaşanılan bir aşk, ne kadar inandırıcı olur ki? Halbuki biz aşkı öyle okumadık romanlarda.
Aşkı için harekete geçenlerdi bizi büyüleyenler. Romanlar bunu yazardı. Biz de inandık hep.
İnandık da ne oldu. 2000'li yılların aşkına yenildik işte. Şimdi karşıdan duyacağımız iki güzel cümleyle avunuyoruz öylece.
Shakespeare'e inandık, aşkı bir balkon sonesi sandık. Gel gör ki, sevdiğimize Romeo'nun Juliet'e itirafı gibi seslenemedik; 'Aşk yardım etti, aramamı fısıldayarak; O bana akıl verdi, ona göz oldum ben de'...
Meğer ne kadar çok beklentimiz varmış.
Beklentiler artıkça, hayal kırıklıkları da ardı sıra geliyor işte.
Hayal kırıklıklarını arsız bir çocuğun eline verirsen, ya kendi elini yaralar ya da karşısındakinin yüzünü.
Hayat, bir çocuğun adilliği kadar acımasız çünkü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder